Paris İklim Anlaşması ile Gelen Yeni Bir Kavram
- Paris İklim Anlaşması tam olarak nedir ve Anlaşma neleri içermektedir?
Paris İklim Anlaşması, 1994 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile başlayan sürecin devamı niteliğinde uluslararası bir anlaşmadır. Esas amacı, atmosferde salınan sera gazı birikimlerini insanlık için tehlike içermeyecek bir seviyede tutmak ve iklim sistemini, eşitlik temelinde farklı sorumluluk ve güçlerine uygun olarak, insanlığın günümüz ve gelecek kuşaklarının yararı için korumaktır.
Bu amaca erişmek için nasıl bir yükümlülük yüklüyor? Üç hedef var: Sıcaklığı sanayileşme öncesindeki seviyeye göre 2 derecenin altına sabitlemek, iklim değişikliğinin gıda üretimini tehdit etmesine engel olacak şekilde düşük emisyonlu kalkınmayı teşvik etmek ve finans akışlarını kalkınmaya yönelik eğilimle tutarlı hâle getirmek.
Bu amaçlara erişmek için taraf ülkeler ulusal katkı beyanında bulunur ve bu beyan ve taahhütlerine uyarlar. Ulusal Katkı Beyanı ile sera gazı emisyonlarının, net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda azaltılacağı, iklim değişikliği kaynaklı riskler ile kayıp ve zararların tespiti, giderilmesi veya en aza indirilmesi için iklim değişikliğine uyum sağlanacağı taahhüt edilmektedir.
Paris İklim Anlaşması’nın sanayileşme çabalarını engelleyebileceği yönünde bir endişe olsa da buna katılmak pek mümkün değildir; zira “yeşil dönüşüm”, çok daha fazla teknolojik hamle, daha fazla istihdam ve yatırım potansiyeli içerir. Buna karşılık, iklim değişikliğine sebep olan sera gazı birikiminden tarihsel olarak ABD ve AB’nin sorumluluğu ise tartışılmaz.
İklim adaleti kavramını hayatımıza sokan bu Anlaşma ile Emisyon Ticareti Sistemi devreye girecek, ormanlık alanlar büyütülecek, biyolojik çeşitlilik artırılacak, sıfır atık kampanyası yaygınlaştırılacak, kentlerin iklim değişikliğine daha dirençli hâle gelmesi için planlar hazırlanacak. Bunların tümü; yeni kurallar, yeni düzenlemeler ve yeni uygulamalar demek.
- Anlaşma Yaptırım İçeriyor mu?
Anlaşmanın yaptırım içermemesi, uluslararası hukuk açısından geçerli bir durumdur. Yoksa doğrudan iç hukuk hükmü haline gelen Anlaşma hükümlerine uyulmaması, iç hukukta rahatlıkla dava konusu edilebilir süreçler doğuracaktır. Anlaşma’nın tüm maddelerini nasıl yorumlamamız gerektiğini anlatan hukukçular ve arabulucu gibi diğer uzmanların çalışmaları ile “iklim davaları” çözümlenebilecektir. Devlet, tüm kurum ve yöneticileri ile belediyeler, özel şirketler ve ülkemizde bulunan uluslararası şirketler tümüyle dava edilebilir hale gelmişlerdir.
- Sera Gazı ve Karbon Ayak İzi Aynı Şey mi? Sınırda Karbon Düzenlemesi Nedir?
Hayır, aynı şey değildir. Sera gazı, dünya atmosferinde ısıyı tutan gazlara verilen isimdir. Karbon ayak izi ise bir bireyin ya da bir işletmenin faaliyetleri sonucunda atmosfere salınan sera gazı miktarını ifade eder.
Avrupa Birliği (AB), hâlihazırda kendi içinde faaliyet gösteren üreticilerin karbon emisyonlarını, karbon fiyatlandırma mekanizmaları aracılığıyla düzenlemekte ve karbon vergisi uygulamaktadır. Ancak bu uygulama, emisyonların azaltılması konusunda tam anlamıyla bir etki yaratamamış ve üretimin, emisyonların düzenlenmediği ülkelere kaymasına, yani “karbon kaçağı”na neden olmuştur.
Sınırda Karbon Düzenlemesi (SKD), AB’li üreticilerin, karbon düzenlemeleri zayıf ya da hiç olmayan ülkelere yönelmesini engellemek ve AB’deki üreticileri haksız rekabetten korumak amacıyla tasarlanmış bir mekanizmadır. Bu düzenleme, “karbon kaçağı riski” taşıyan ürünlerin AB pazarına ihraç edilirken içerdiği karbon yoğunluğuna göre vergilendirilmesini hedeflemektedir.
Önerilen SKD, şimdilik çimento, elektrik, gübre, demir-çelik ve alüminyum sektörlerinde üretilen ve AB’ye ithal edilen ürünleri kapsamaktadır. Bu bağlamda, adı geçen sektörlerde faaliyet gösteren üreticiler, AB’ye gerçekleştirecekleri ithalatlar için SKD sertifikalarını temin etmek zorundadır.
Bu sektörlerdeki karbon emisyonlarının hesaplanması oldukça karmaşık yöntemlere dayanmakta ve AB metodolojisinden farklı temellere sahip olduğundan, ticarette bazı aksaklıklara neden olabilmektedir. Aynı sektörde faaliyet gösteren şirketlerin, kendi aralarında rekabet ihlallerine veya haksız rekabete yol açmaları da mümkündür.
Ticarete dayalı bu tür aksaklıkların ve vergilendirme nedeniyle ortaya çıkabilecek yönetimsel sorunların dava yoluyla çözülmesi her zaman mümkün olmadığından, bu alanda ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümünde arabuluculuğun önemli bir rol üstlenmesi gerekmektedir.
- Bu Yasa Uygulanırken Arabulucuya Düşen Görev Nedir?
Sınırda Karbon Düzenlemesi’nin kapsadığı sektör, ticari hacim ve bu uygulamaya maruz kalacak ülke sayısı göz önüne alındığında, oldukça yeni ve farklı bir uygulama olan SKD’nin yol açması muhtemel anlaşmazlıkların çözümlenmesinde arabulucunun oldukça efektif bir görevi olacaktır. Sürekli değişen ve yenilenen bir alan olarak iklim hukukunda ortaya çıkan uyuşmazlıklarda, mahkemeden ziyade arabuluculuk usulüne başvurulması hem uyuşmazlıkların mahkeme sürecinden çok daha hızlı bir şekilde çözümünü sağlar hem de mahkeme süreci sonunda genellikle bir tarafın verilen karardan memnun olmayacağı göz önünde bulundurulduğunda, uyuşmazlıktaki her iki tarafın da tatmin olmasını sağlayabilecek bir yol olarak öne çıkar.
İklim hukuku alanındaki uygulamanın temelini oluşturan kanun, yönetmelik ve yönergelerde sık sık yapılan/yapılacak değişiklikler, benzer durumlar için yargısal uygulamalarda farklılıklar oluşturmaktadır. Bu farklılıklarla taraflarda oluşabilecek memnuniyetsizliklerin giderilmesi de arabuluculuk usulü sayesinde mümkün olabilir.
Hukuk sisteminde son dönemdeki gelişmeler, kamu düzeni kavramının kapsam alanının daralması; buna karşılık tarafların üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabileceği uyuşmazlık kavramının kapsamının giderek genişlemesi yönündedir. İklim hukuku alanında serbestçe üzerinde tasarrufta bulunulabilecek alanların genişlemesi, daha çok uyuşmazlığın arabuluculuk kapsamına dahil edilebileceğini göstermektedir.
İklim hukuku uyuşmazlıklarında arabuluculuğun dava şartı olup olmayacağının tartışmalı olduğu konularda, mümkün olduğunca diğer şekli koşulları sağlamış olmak kaydıyla, arabuluculuk kapsamında değerlendirilmesi taraf menfaatlerine daha uygun olacaktır.
İklim Yasası’nın kapsadığı sektörü düzenleyen ilgili yasal düzenlemeler dikkate alındığında, bu piyasalarda faaliyet göstereceklerin Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi özel hukuk tüzel kişileri oldukları görülmektedir. Tüzel kişiliklerin ise özellikle anonim veya limited şirket olması öngörülmüştür ve bunlar kural olarak özel hukuk hükümlerine tabidir.
TTK’nin 4. maddesinde belirtilen davalardan, konusu bir miktar paranın/verginin ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında, dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması zorunluluğu getirilmesi, yani dava şartı olarak öngörülmesi, iklim hukuku alanında arabuluculuk uygulamalarını da artıracaktır. TTK’nin 4. maddesinde belirtilen mutlak ticari davalardan olmasa da, ticari işletme ile ilgili olan konular ile sözleşmelerden ve rekabetten kaynaklı davalar ticari dava konusu olabileceğinden; söz konusu sözleşmelerden kaynaklı uyuşmazlıkların konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ya da tazminat talepleri olması durumunda, zorunlu olarak arabuluculuk usulüne başvurulması gerekecektir.
İlgili işletmelerde ortaya çıkabilecek iş uyuşmazlıkları konusunda da zorunlu arabuluculuğa başvurulması gerekmektedir.
İklim hukuku uyuşmazlıklarının farklı uzmanlık yargı yerince çözüme kavuşturulması ve her bir uyuşmazlık türünde sağlanması gereken hukuki sonucun birbirinden farklı olması; uyuşmazlıkların çözümünde, farklı yargılama usulleri ve ilkelerinin olması nedeniyle yargısal uyuşmazlık yolu dışında farklı alternatif uyuşmazlık yolları aranmaktadır.
İş hukuku uyuşmazlıklarının çözüme kavuşturulmasında serilik ve verilecek kararlarda sağlıklı çözümler üretilmesi için arabuluculuk yoluna başvurulması makul bir çözüm olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle uyuşmazlıkların nitelikleri ve özelliklerinin gerektirdiği, genel ilkelerden ve kurallardan hareketle, arabuluculuk yönteminin esneklik göstererek iklim yasasına ilişkin uyuşmazlıkların çözümünde teknik müşavirlerin, bu hukukun uzmanlarının ve işin teknik ile ekonomik boyutunu bilen kişilerin katılmasına olanak sağladığı görülmektedir.
Bu noktada yukarıda aktarılan uyuşmazlıklar bakımından arabuluculuğa elverişliliğin ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.