Kadim Bir Yöntem Olarak Arabuluculuk

Tarihte Arabuluculuk

18 Eyl 2024

Farklı Coğrafya ve Medeniyetlerde Arabuluculuğun İzleri 

2020’li yıllarda ilerlerken, dünyanın dört bir yanında barışçıl bir çözüm yolu olarak arabuluculuk uygulamalarının yaygınlaştırılması için çaba gösteriyoruz. İletişimle, tarafsız bir rehberin yönlendirmesiyle çözülebilecek çatışmalar, çoğu zaman davalara dönüşüyor ve stratejik hamlelerle süreç uzadıkça uzuyor. Bu durum; enerji, zaman, para ve itibar gibi çeşitli kaynaklar üzerinde ağır bir maliyet zinciri oluşturuyor. Oysa çatışmanın tarihi insanlığın tarihiyle paralel. Peki insanlık yüzyıllardır çatışmaları nasıl çözüyordu? Arabuluculuğun farklı medeniyetlerdeki izlerini sürmeye çalıştık. Bakın neler bulduk?

Antik Roma

M.Ö. 8. yüzyılda modern İtalya’nın başkenti olan Roma şehri merkezli olarak kurulmuş ve çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Roma İmparatorluğu arabuluculuk yöntemini kullanıyordu. Antik Roma’da arabuluculuk, toplumsal düzeni koruma ve çatışmaları barışçıl yollarla çözme amacını güden önemli bir yöntemdi. Praetor sistemi, uyuşmazlıkların yasal çerçevede ele alınmasını sağlarken, bireyler arasındaki anlaşmazlıklar mahkemeye gitmeden önce arabulucuların rehberliğinde çözülmeye çalışılırdı. Özellikle ticaret ve uluslararası anlaşmazlıklar söz konusu olduğunda, Recuperatores adı verilen karma mahkemeler kurulurdu. Burada, taraflar arasında adaletin sağlanması amaçlanır, anlaşmazlıklar tarafsız bir hakem gözetiminde çözüme kavuşturulurdu. Roma toplumu için arabuluculuk, zaman ve kaynak israfını önleyen, toplumsal barışı güçlendiren bir araç olarak önemli bir rol oynuyordu​.

Sümer Uygarlığı

Arabuluculuğun bilinen en eski örneklerinden biri, M.Ö. 4500-1900 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm süren Sümerler döneminde karşımıza çıkar. Sümer toplumunda, anlaşmazlıkların çözümünde barışçıl yolların tercih edilmesi yaygındı ve bu görev, mashkim adı verilen arabulucular tarafından yürütülürdü. Mashkim, tarafsız bir üçüncü kişi olarak, anlaşmazlık yaşayan taraflar arasında iletişimi sağlamak ve uzlaşıya varmalarına yardımcı olmak için devreye girerdi. Eğer taraflar arasında anlaşma sağlanamazsa, mesele mahkemeye taşınırdı. Ancak, Sümerlerde mahkemeye gitmeden önce sorunu çözmeye çalışmak, toplumsal barışın korunması açısından önemli bir adım olarak görülürdü. Sümerlerde arabuluculuk, toplumun hem bireyler arası ilişkilerde hem de topluluk düzeyindeki uyumunda kilit bir rol oynardı. Mashkim’in önerileri bağlayıcı olmasa da genellikle taraflar bu barışçıl çözüm önerilerine uyar ve anlaşmazlıkları büyümeden sona erdirirdi.

Osmanlı İmparatorluğu

Geçmişe dair anekdotlarda sık sık karşılaştığımız şu cümleyi anımsayın: “Bir gün bir kadıya sormuşlar…” Günümüzde deyim olarak hâlâ kullandığımız kadılık müessesesinin Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli bir yeri vardı. Kadılar, mahkemelerde yargıç rolünü üstlense de anlaşmazlıkların çözümünde arabulucu olarak da görev yaparlardı. Osmanlı’nın yayılma alanı ve bu alan içinde yer alan din, dil, ırk çeşitliliği düşünüldüğünde, çatışmaların yoğunluğu da tahmin edilebilir. Kadılar, özellikle yerel topluluklar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları, mahkemeye gitmeden önce barışçıl yollarla çözmeye çalışırdı. Osmanlı’da benzer örneklere baktığımızda karşımıza bir de millet sistemi çıkıyor. Millet sistemi, Müslüman olmayan toplulukların kendi dini liderleri aracılığıyla anlaşmazlıkları çözmelerine olanak tanıyor, topluluklar arası barış ve uyumu koruma amacı taşıyordu.

Kızılderililer

İsimleri barışla özdeşleşmiş olan, ancak tarihsel çatışmalarda haklarından maalesef feragat etmek zorunda kalan Kızılderililerde arabuluculuk, kültürün temel bir parçasıydı. Barış konseyleri, toplumsal anlaşmazlıkların çözümünde başvurulan en önemli mekanizmalardan biriydi. Konseyler, kabilelerin ileri gelenlerinin ve yaşlılarının bir araya gelip sorunları dinledikleri, çözüm önerileri sundukları, topluluğun uyumunu korumaya çalıştıkları ortamlardı. Burada kullanılan yöntemler sadece bir anlaşmazlığın çözümünü değil, aynı zamanda toplumsal bağların güçlendirilmesini de hedeflerdi. Her toplantının sonunda, barış borusu ritüeli gerçekleştirildi. Borunun dumanı, hem taraflar arasında barışın sağlandığını sembolize eder, hem de bir tür manevi arınma sağlar. Bu ritüel, anlaşmazlıkların çözümü kadar, duygusal ve toplumsal yaraların sarılması için de önemliydi. Barış borusu, yalnızca bir sembol değil, aynı zamanda Kızılderili kültüründe barışın ve yeni başlangıçların kutsandığı bir araçtı. Bu süreç, tarafların sadece uzlaşmaya varması değil, birbirlerine duydukları saygının yeniden inşası açısından da kritik bir rol oynardı. Konseylerde arabuluculuk yapan yaşlılar, topluluğun en saygın üyeleri olarak kabul edilirdi. Bu kişiler, yılların verdiği deneyim ve bilgelikle hareket eder, taraflar arasındaki çatışmaların kaynağını derinlemesine anlamaya çalışırdı. Dışarıdan gelen bir bakış açısı sunarak, tarafların anlaşmazlıklarını daha sakin ve anlayışla çözmelerine yardımcı olurlardı. Bu tür barışçıl çözüm yöntemleri, Kızılderili kültürünün doğa ile uyumlu, barışçıl ve topluluk odaklı yapısının bir yansımasıydı. (3)

Çin

“Barışı sağlamak isteyen önce kendini düzene koymalıdır” der Konfüçyüs. Bu bilgelik, kadim Çin’in sosyal yapısında derin izler bırakmış ve toplumsal düzenin korunmasında arabuluculuğun temelini oluşturmuştur. Çin’de, toplumsal barış ve uyum her şeyin üstünde tutulmuş, anlaşmazlıkların çözümünde çatışma yerine diyalog tercih edilmiştir. Konfüçyüs felsefesine göre, insan ilişkilerinde düzen ve uyum, bireylerin birbiriyle olan ilişkilerini de şekillendirir. Bu nedenle, Çin’de arabuluculuk, hukuki yollara başvurulmadan önce tercih edilen bir yöntem olarak öne çıkmıştır. Arabulucular, taraflar arasında tarafsız bir rehber rolü üstlenir ve sorunun çözümünü uyumlu bir şekilde sağlamaya çalışırlardı. Konfüçyüs’ün “barış içinde yaşamak, ancak uyum sağlanarak mümkün olur” anlayışı, özellikle Ming ve Qing hanedanları döneminde resmi hukuk sisteminin bir parçası haline gelmiş ve toplumun huzurunun korunmasında etkili olmuştur. Çin arabuluculuğunda adalet ve tarafsızlık çok önemlidir. Arabulucular, anlaşmazlık yaşayan tarafları tek tek dinler, aile büyükleri ve toplumsal liderlerle görüşerek olayı derinlemesine incelerdi. Amaç, sadece anlaşmazlığı çözmek değil, aynı zamanda tarafların saygınlığını ve toplum içindeki bağlarını korumaktı. Bu süreç, bireylerin birbirine duyduğu saygıyı pekiştirirken, toplumsal uyumun bozulmadan devam etmesini sağlardı.

İslam Dünyası

İslam dünyasında arabuluculuk, Kur’an-ı Kerim’de geçen “Suhl” kavramı ile şekillenmiş, barışçıl bir çözüm yöntemi olarak yaygınlaşmıştır. “Suhl”, taraflar arasında karşılıklı anlayış, hoşgörü ve fedakârlık temelinde bir anlaşmaya varılmasını önerir. Bu anlayış, İslam toplumlarında her düzeyde yaygın bir çözüm yöntemi haline gelmiş ve anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesinde önemli bir rol oynamıştır. Kur’an-ı Kerim’de, “Ve barış daha hayırlıdır” (Nisa Suresi, 4:128) ayeti, uzlaşmanın ve barışın önemini vurgulayan ilahi bir rehberdir. Bu ayet, toplumsal çatışmaların çözümünde barışçıl yaklaşımın İslam’ın temel ilkelerinden biri olduğunu açıkça belirtir. Ayrıca, Hz. Muhammed’in (SAV) “İki kişi arasında sulh yapmak sadakadır” hadisi, arabuluculuk ve uzlaşmanın İslam toplumunda ne kadar değerli olduğunu ortaya koyar. Bu anlayış, İslam dünyasında anlaşmazlıkların çözümünde müzakereye ve uzlaşıya dayalı süreçlerin tercih edilmesine yol açmıştır. İslam hukukuna dayalı arabuluculuk hem toplumsal barışı sağlamış hem de adaleti gözeten bir süreç olarak önemli bir yer edinmiştir. Gerçek İslam’ın ahlaki çerçevesi, arabuluculuğun adil ve dürüst bir şekilde yürütülmesini teşvik eder. Bu nedenle, İslam toplumlarında arabuluculuk sadece bir çatışma çözüm yöntemi değil, aynı zamanda dini bir sorumluluk olarak kabul edilmiştir.

Hindistan

Hindistan’da arabuluculuk geleneği, köy topluluklarında Panchayat adı verilen meclislerle sağlanırdı. Bu meclisler, anlaşmazlık yaşayan tarafları bir araya getirerek barışçıl çözümler sunmaya çalışırdı. Köyün ileri gelenleri, taraflar arasında adil ve sakin bir ortam yaratmaya özen gösterir, toplumsal uyumun korunmasını hedeflerdi. Hindu felsefesindeki Ahimsa (şiddetsizlik) ve Dharma (doğru davranış) ilkeleri, bu süreçlerin temelini oluştururdu. Panchayat meclislerinin barış ve uyum anlayışı, Budist felsefeyle de örtüşür. Buda’nın “Barış, içimizde başlar” sözü, bu geleneği en iyi şekilde yansıtır. Panchayat sisteminde de amaç, topluluk içinde birliği ve dengeyi sağlamak, bireylerin içsel huzurunu toplumsal barışa yansıtabilmekti. Anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümü, yalnızca maddi sonuçlar değil, aynı zamanda içsel denge ve uyumun korunmasına odaklanırdı. Arabuluculuk tarihinde yaptığımız bu kısa zaman yolculuğu, kadim bir yöntem olarak arabuluculuğun ne kadar yaygın olduğunu bize kanıtlıyor. Sadece bu örnekler değil, Afrika’da Yoruba halkı ve Avustralya’daki Aborijin topluluklarında da ritüellerle tamamlanan arabuluculuk yöntemlerine rastlanıyor. Yerli halklarda, yaşlıların anlaşmazlık çözümündeki rolü son derece güçlü ve yadsınamaz düzeyde. Atalarımızın barışı sağlamak ve korumak için ortaya koyduğu bu çabayı görmek, gelenekten geleceğe sağlam bir köprü kurmamıza destek olabilir.

Diğer Yazılarımız…

Bağlantıyı Kesme Hakkı

Bağlantıyı Kesme Hakkı

24 saat ulaşılabilir olmak veya olmamak İş Yerinde Uyuşmazlıklar Kapsamında ‘Bağlantıyı Kesme Hakkı’nın Önemi COVID-19...