Önceki yazımızda İklim değişikliğinin ekonomiye ve yaşama şartlarımıza nasıl etki yaptığını ve ülkelerin tedbir alma öneri ve çabalarından bahsetmiştik. Özetle İklim değişikliğini etkileyen önemli faktörlerden biri olan karbon salınımı tehlikesine karşı üç tedbir üzerinde durmuştuk.
- Karbon vergisi toplanması,
- Emisyon azaltımı politikası,
- Yenilenebilir enerji kullanımı.
Bu politikaların uygulanmasının gerekçelerinin bulunduğu temel hukuki metin olan Paris İklim Anlaşması’na kısaca değinmek gerekir.
Paris İklim Anlaşması, 1992 yılında imzalanan ve 21.03.1994 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) ile başlayan sürecin devamı niteliğinde uluslararası bir anlaşmadır. Esas amacı atmosfere salınan sera gazı birikimlerini, insanlık için tehlike içermeyecek bir seviyede tutmak olan BMİDÇS’de “Taraflar, iklim sistemini, eşitlik temelinde ve ortak ancak farklı sorumluluk ve güçlerine uygun olarak, insanlığın günümüz ve gelecek kuşaklarının yararı için korumalıdır.” denilerek bu nihai amaca, iklim adaleti kavramı da dahil edilmiştir.
Çerçeve Kanun sonrasında 1997 tarihli Kyoto Protokolü devreye girmiş ancak hedeflenen noktaya gelinemediği için, 2011 yılında Durban’da yapılan 17. Taraflar Konferansı’nda (COP 17) alınan karar ile, 2015 yılına kadar tamamlanıp 2020 yılında, Kyoto Protokolü’nün sona ermesiyle uygulanmaya başlanacak bir Sözleşme’nin hazırlanması kararı alınmıştır. Bu karar uyarınca, 2015 yılında Paris’te gerçekleştirilen 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilerek, 22 Nisan 2016’da imzaya açılan Anlaşma, yeterli sayıda imzaya ulaşarak 2016 ‘da yürürlüğe girmiştir. Bu Anlaşma 29 maddeden oluşur ve 2. Maddesinde amaçlardan bahseder. Buna göre;
- İklim değişikliği risk ve etkilerini önemli ölçüde azaltacağı bilinciyle, küresel ortalama sıcaklıktaki artışı sanayileşme öncesindeki seviyeye göre 2 derecenin oldukça altında tutmak ve sıcaklık artışını sanayileşme öncesi dönemdeki seviyelerin 1,5 derece üzeri ile sınırlandırmak için çaba göstermek:
- Gıda üretimini tehdit etmeyecek şekilde, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlayabilme kabiliyetini arttırmak, iklim değişikliğine direnci geliştirmek ve düşük emisyonlu kalkınmayı teşvik etmek;
- Finans akışlarını, düşük sera gazı emisyonları ve iklim değişikliğine dirençli kalkınmaya yönelik eğilimle tutarlı hale getirmek;
Anlaşma’nın temel hedefleridir. Bu amaçlara ulaşmak için, Taraf ülkeler, “ulusal katkı beyanları” (madde 4) hazırlayacaktır. Bu ulusal katkılar; şeffaflık ve anlaşılırlık temelinde Anlaşma Sekretaryası’na iletilecek ve kayıt edilecektir. Taraflar, beyan ve taahhüt ettikleri ‘ulusal katkı” lara uymakla yükümlü oldukları gibi, Anlaşma’nın uygulanmasını incelemek üzere ilki 2023 yılında olmak üzere, her 5 yılda bir “küresel durum değerlendirmesi” (madde 14) yapılacaktır.
Bu beyan esasında Katkı Beyanı sunan ülkenin bu beyana uyulması için gerekli hazırlıkları yapmayı da içeren bir sorumluluk paketini kendi vatandaşına karşı yüklemektedir. Bu sorumluluk paketinde; emisyon ticareti sistemini devreye sokmak, ormanlık alanları büyütmek, biyolojik çeşitliliği arttırmak, sıfır atık için proje yapmak, kentleri iklim değişikliklerine karşı dirençli hale getirmek, bu hazırlıkların ekonomik ve hukuki ve toplumsal düzeni değiştireceğini öngörmek ve halkı bilinçlendirmek için eğitime zaman ayırmak ve halkın bu dönüşüme gönüllü olmasını sağlamak gibi başlıklar bulunmaktadır.
Oldukça zaman ve emek isteyen bu sürecin daha rahat tarafı ise Anayasa’mızın 90. Maddesine göre Paris İklim Anlaşması başkaca bir yasal düzenlemeye gerek olmadan doğrudan uygulanabilir bir metin olmasıdır.
(Madde 4) Ulusal Katkı Beyanı’nı vurgularken, (Madde 5) Anlaşma ile Taraf ülkelere ormanlar da dahil olmak üzere sera gazı yutak ve rezervlerini korumak ve güçlendirmek için eyleme geçmeleri ; (Madde 6) azaltım ve uyum için çalışmaları, (madde 10) İklim değişikliğine direnci arttırmak ve sera gazı emisyonlarını azaltmak için teknolojiyi geliştirmenin ve teknoloji transferinin geliştirilmesinin önemine dair uzun vadeli bir vizyonu paylaşmaları, (madde 12) iklim değişimi eğitimi, kamu farkındalığı, kamu katılımı ve kamunun bilgiye erişimini güçlendirmeye yönelik tedbirleri almaları konusunda işbirliği yapmalarında bahseder.
Bu Anlaşmaya Uymamanın Sonuçları Nelerdir?
Anlaşma’nın 16. Maddesinde “Sözleşme’nin en yüksek organının Taraflar Konferansı” olduğu belirtilirken, 15. Maddesinde “Anlaşma hükümlerinin uygulanmasını kolaylaştırmak ve bu hükümlere uygunluğu teşvik etmek üzere” bir mekanizma oluşturulduğu (madde 15/1), bu mekanizmanın “uzman bazlı ve kolaylaştırıcı yapıdaki bir komiteden oluşup şeffaf, çekişmesiz ve cezai olmayan bir şekilde” işleyeceği açıkça ifade edilmiştir. Anlaşma hükümlerine uymamanın bir yaptırımının olmadığı anlamına gelmektedir. Nitekim, Anlaşma’nın nihai hedefi/amacını içerir 2.maddede yüklem olarak “çaba göstermek” ve “teşvik etmek” gibi yüklemlerin seçilmesi, Anlaşma’nın hukuki bir yaptırım içermediğini göstermektedir.
Türkiye Paris İklim Anlaşması’nı İmzaladı mı?
Türkiye Anlaşma’yı imzaya açıldığı ilk gün olan 22 Nisan 2016 tarihinde imzaladı ancak oldukça uzun bir süre sonra 2021 yılında onayladı. Türkiye’nin gerekçesi “Türkiye’nin sera gazı etkisine sahip olan gelişmiş ülkeler kategorisinde olduğu için, öngörülen taahhütlerin ülkenin sanayileşme çabalarına engel oluşturabileceğinin hesaplandığını, aradan geçen süre, AB ve diğer uluslararası kuruluşların yeni finansman kaynakları yaratması, AB tarafından “sınırda karbon vergisi” uygulanmasına geçilmek üzere olunması, Türkiye’nin ihracatının %42 sinin AB’ye yapıldığı dikkate alındığında Anlaşma’yı onaylamanın 2021 itibariyle geldiği sonucuna varıldığı” olmuştur.
Türkiye bu şekilde kendini korumaya almayı planlamış olsa da 2016 yılında yürürlüğe giren Paris İklim Anlaşması, Kyoto Protokolü’nün sona erdiği 2020 yılında uygulamaya girmiştir. Türkiye için süreç yeni başlamıştır. Türkiye’nin kendini koruma önlemi bu durumda yersiz olmuştur, tam tersi sanayileşmesinin sözde engellenmesi endişesi yerine, “yeşil dönüşüm” ü geleceğe dönük vizyoner bir hamle olarak değerlendirmek hem istihdam hem yatırım hem çevresel faktörler bakımından çok yönlü fayda içerecekti.
Teknoloji çağının başlaması ile zengin devletler kömürü yoğun kullandılar ve atmosferde sera gazının birikmesine neden oldular. Bu durum yıllarca sürdükten ve tehlikeli boyuta geldikten sonra ve asıl sorumlusu olan bu devletlerin gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliği ile ilgili önlem almalarını istemeleri, yaptırım anlamında şartlar koymaları adil ve inandırıcı bulunmamıştır. Aslında bu anlaşmaya uymak her devletin uzun vadede lehine olacaktır. Zira Paris Anlaşması’nın Giriş kısmında “İklim değişikliğinin insanlığın ortak bir endişe konusu olduğunu ve Tarafların, iklim değişikliğinin ele alınması için eyleme geçerken insan hakları, sağlık hakkı, yerli haklar, yerel topluluklar, göçmenler, çocuklar, engelli bireyler ve hassas durumdaki kişilerin hakları ve kalkınma hakkının yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların güçlendirilmesi ve kuşaklar arası adalet konularına yönelik sorumluluklarına saygı göstermeleri, bunları teşvik etmeleri ve dikkate almaları gerektiğini de göz önünde bulundurarak,” denilirken, temel amacı ortaya koyan 2.maddede:
“Hedefi dahil olmak üzere Sözleşme’nin uygulanmasını geliştirmek amacıyla bu Anlaşma, sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun ortadan kaldırılması çabaları bağlamında iklim değişikliği tehdidine yönelik küresel müdahaleyi aşağıda belirtilenler aracılığıyla güçlendirmeyi amaçlamaktadır…” denilmiştir.
Diğer yandan, Paris Anlaşması, iklim değişikliği mücadelesini “sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun ortadan kaldırılması” nihai hedefleri için vazgeçilmez önemde görmektedir. BM in çevre anlaşmalarının tamamında, sürdürülebilir kalkınma nihai hedefi yer almaktadır.
Böylece Paris İklim Anlaşması’nın, BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin gerçekleştirilmesini desteklediği açıktır.